Hepimiz DNA’mızda yazılı özel bir kod ile doğuyoruz ve bu kod her birimiz için tek ve biricik. İnsan genomunda yaklaşık 20.000 protein kodlayan gen bulunuyor. Tüm genomumuz okunduğunda iki bilgisayar CD’sini dolduracak kadar bilgi elde ediyoruz.  Vücudumuzda ek olarak bu sayının 150 katı kadar mikroorganizmalara ait genler var ve bu mikroorganizmaların %95’i bağırsaklarımızda yaşıyor. Hastalıkların %90’nının bu mikroorganizmalarla ilişkili olduğu söyleniyor. Genlerimiz  sadece göz veya ten rengimizi belirlemiyor. Damak tadımızdan, olaylara bakış açımıza kadar hayatımızın bütününü etkiliyorlar. Hangi sporu yapmalıyız, hangi besinlerle beslenmeliyiz, hangi takviyeleri kullanmalıyız, hangilerini kullanmamalıyız, neden sabahları yorgun uyanıyorsunuz, neden su içseniz yarıyor, bir başkasını kamçılayan hayal kırıklıkları neden sizde büyük bir yıkıma dönüşüyor… Hepsi  bu genlerin içinde tıpkı bir kara kutu gibi saklı duruyor. 

Kendimizi ararken çözmeye çalıştığımız gizli şifremizdir DNA’mız ve bu şifreyi epigenetik faktörlerle değiştirmek mümkündür. Kısacası aslında bize öğretildiği gibi genler her zaman kaderimiz değildir… İşte bu yüzden iyileşmek için çabalayan değişmeye gönüllü, evrilen, devinen her insan fizik kanunları kadar gerçek olan bir kuralın farkına varır… Hedefiniz ister bir türlü veremediğiniz kilolarınızı vermek, ister bitmeyen migren ataklarınızı dindirmek, isterse yolunda gitmeyen kariyerinizi veya ilişkinizi değiştirmek olsun, her türlü şifalanma fizik bedenimizden başlar. Bedeninizde yaratacağınız en ufak değişiklik hayatınızın bütününe yansıyan kelebek etkisi yaratır.

Gerçeği aramak için bir yolculuğa çıkmaya hazırsanız ve konforlu olan limanları arkanızda bırakabilecek kadar cesursanız DNA’nızı değiştirmeyi mümkün kılan epigenetik değişiklikleri,  mikrobiyotanızı ve tüm bu bileşenleri yeniden şekillendirmenin nasıl mümkün olduğunu birlikte konuşup bedeninizle yeniden bağ kurabiliriz.